Tam ismi: Remus John Lupin
Doğum günü: 11 Mart 1960
Asası: Servi ve tek boynuzlu at kılı, yirmi altı santim, esnek
Hogwarts binası: Gryffindor
Patronus: Kurt
Ailesi: Lyall Lupin (büyücü) ve Hope Howell (Muggle)
Özel yetenekleri: Karanlık Sanatlara Karşı Savunma’da son
derece kabiliyetli
Ölümü: 2 Mayıs 1998
Ailesi
Remus Lupin, büyücü Lyall Lupin ve Muggle eşi Hope Howell’ın
tek çocuğuydu.
Zeki ve bayağı çekingen bir delikanlı olan Lyall Lupin,
otuzlarına vardığında İnsan-Dışı Ruhani Varlıklar konusunda uzmanlığıyla dünya
çapında isim yapmıştı. Bu, hortlaklar, Böcürtler ve hayaletlere benzeyip onlar
gibi davranmalarına rağmen öncesinde yeryüzünde yaşamamış, varlıkları büyücülük
dünyasında bile gizemini koruyan tuhaf yaratıkları kapsayan bir alandır.
Lyall, normalin üzerinde saldırganlıkta bir Böcürt’ün
yaşadığı söylenen sık ağaçlı bir Galler ormanında çıktığı araştırma gezisinde,
evleneceği kadınla tanıştı. Cardiff’te bir sigorta ofisinde çalışan güzel
Muggle Hope Howell, zararsız gördüğü ormanda düşüncesizce yürüyüşe çıkmıştı.
Muggle’lar Böcürtlerin ve hortlakların varlığını sezebilir. Fazla hayalperest
ve hassas birisi olan Hope da, bir şeylerin karanlık ağaçların arasından onu
izlediğine emindi. Neticede, hayal gücü doruklara vardığında Böcürt bir şekle
büründü: düşmanca görünen iri bir adam, karanlıklardan hırıldayarak Hope’un
üstüne yürüyordu. Kızın çığlıklarını duyan Lyall, ağaçların arasından koşarak
geldi ve asasının tek hareketiyle görüntünün yerini bir çayır mantarı aldı.
Kafası karışan Hope korkmuş halde, az kalsın ona saldıracak olan kişiyi oradan
beyefendinin uzaklaştırdığını varsaydı; Lyall’ın kurduğu ilk cümle – ‘her şey
yolunda, sadece bir Böcürttü’– ona hiçbir şey ifade etmemişti. Kızın
güzelliğinin farkına varan Lyall, mantıklı bir şekilde Böcürt lafını bir daha
geçirmeyip, saldırganın ne kadar da iri ve korkunç göründüğü konusunda hemfikir
olma kararı aldı; Hope’un güvenliğini sağlamanın tek akıllıca yolu, ona evine
kadar eşlik etmekti.
Bu iki genç birbirine aşık oldu. Lyall’ın aylar sonra,
Hope’un aslında tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalmadığı konusunda mahcup
halde yaptığı itiraf bile kızın ilgisini sarsmadı. Lyall’ı çok mutlu edecek
şekilde Hope, evlilik teklifini kabul etti ve Böcürt süslemeli bir pastayla
eksiksiz hale gelecek düğünün hazırlıklarına hevesle atıldı.
Evliliklerinin ilk yılının ardından ilk ve tek çocukları
Remus John dünyaya geldi. Erkenden sihir emareleri gösteren bu sağlıklı ve
neşeli minik oğlanın babasının izinden gideceğini umuyorlardı, yaşı gelince
Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’na kaydolacaktı.
Isırılması
Remus dört yaşına geldiğinde ülkedeki Karanlık büyü vakaları
durmadan artıyordu.
Çığ gibi büyüyen saldırıların ve tırmanan gerilimin asıl
sebebini bilen çok az kişi varken;
Voldemort, güce yönelik ilk büyük hamlesine hazırlanıyor,
Ölüm Yiyenler her türlü Karanlık yaratığı Sihir Bakanlığını devirme gayesiyle
saflarına katıyordu. Bakanlık, Karanlık yaratıklar alanında – Böcürtler ve
hortlaklar gibi ufak çaplı olsalar bile – yetkili kişileri, yüzleştikleri
tehlikeyi anlayıp yok edebilmek amacıyla bir araya getirdi. Lyall Lupin de
teklifi seve seve kabul ettiği üzere, Sihirli Yaratıkları Düzenleme ve Denetleme
Dairesi’ne çağırılanlardan biriydi. İki Muggle çocuğun ölümüyle ilgili
sorgulanmak için getirilen Fenrir Greyback adındaki kurt adamla da burada karşılaştı.
O zamanlar kurt adam sicilleri neredeyse hiç tutulamıyordu.
Büyücülük topluluğu kurt adamlardan ölesiye uzak durmaya çalışırdı, onlar da
diğer insanlarla iletişime girmekten çoğunlukla kaçınırdı; ‘sürü’ diye
nitelendirdikleri gruplar haline yaşayıp kayıt altına alınmamak için ellerinden
geleni yaparlardı. Kurt adam olduğu Bakanlık tarafından bilinmeyen Greyback;
talihsizce ölen çocuklarla ilgili konuşmaktan dehşete düşmüş, kendisini
büyücülerle dolu bir odada bulmaktan son derece şaşkın, serseri bir Muggle’dan
ötesi olmadığını iddia etti.
Greyback’in pasaklı giyimi ve asa taşımayışı çalışmaktan
yorulmuş iki cahil sorgu heyeti görevlisini, doğruyu söylediğine inandırmak
için yeterliydi ancak Lyall Lupin’i kandırmak için bundan fazlası gerekiyordu.
Greyback’in dış görünüşünde ve davranışlarında belli başlı işaretler fark eden
Lyall, heyete tam yirmi dört saat sonraki dolunaya kadar Greyback’i salmamaları
gerektiğini söyledi.
Heyetteki görev arkadaşları Lyall’a kahkahalarla gülerken
(‘Lyall, Galler Böcürtleriyle ilgilenmeye devam et, senin iyi olduğun konu o’)
Greyback sessizce oturdu. Her zaman pamuk gibi bir adam olan Lyall öfkeye
büründü. Kurt adamlardan ‘duygusuz, şeytani, soyları kuruması gereken
varlıklar’ olarak bahsetti. Kurul, Lyall’ı odadan attırdı, kurul lideri serseri
Muggle’a özürlerini sundu ve Greyback serbest bırakıldı.
Greyback’e sorgu sonrasında eşlik eden büyücü, Bakanlık’ta
bulunduğunu unutsun diye adamın üstüne bir Hafıza Tıslımı yerleştirme
niyetindeydi. Buna fırsat bulamadan, Greyback ve girişlerde gizlenmiş iki suç
ortağı onu alt etti; sonrasında bu üç kurt adam oradan hızla uzaklaştı.
O sıralarda beş yaşını doldurmak üzere olan Remus Lupin,
yatağında mışıl mışıl uyurken camını zorla açan Fenrir Greyback tarafından
saldırıya uğradı. Lyall odaya oğlunun canını kurtarabilecek zamanda yetişti,
çok sayıda kuvvetli lanet eşliğinde Greyback’i kapı dışarı etti. Ancak, Remus
artık tüm özelliklerini taşıyan bir kurt adamdı.
Lyall, sorgu sırasında Greyback’in önünde ettiği laflar
yüzünden kendisini hiç affetmedi: ‘duygusuz, şeytani, soyları kuruması gereken
varlıklar’. Yaşadığı toplumun kurt adamlar hakkındaki genel kanısını hiç düşünmeden
tekrar etmişti ama oğlu dolunayda geçirdiği acı dolu dönüşüm sonucu etrafındaki
herkese tehlike arz etmesi dışında, her zamanki gibi sevimli ve zekiydi. Lyall,
Remus’un onu suçlamasından endişelenerek, saldırının gerçek sebebini ve
saldırganın kimliğini uzun yıllar boyunca oğlundan sakladı.
Çocukluğu
Lyall bir tedavi bulabilmek için elinden gelen her şeyi
yaptı; ama ne iksirler ne de büyüler oğluna fayda etmedi. Artık ailenin yaşamını
Remus’un durumunu gizli tutma zorunluluğu şekillendiriyordu. Çocuğun tuhaf
hareketleri hakkında söylentiler çıktığı gibi köylerini terk edip şehre taşındılar.
Remus’un dolunay zamanları güçten düşmesi, hele ki ayda bir ortadan kaybolması
çevrelerindeki cadı ve büyücülerin dikkatlerini çekmişti. Hakkındaki gerçeği
ağzından kaçırırsa diye Remus’un başka çocuklarla oynaması yasaktı. Bu da onu
ailesinin tüm sevgisine rağmen yapayalnız bir çocuk haline getirdi.
Remus ufakken dönüşümleri sırasında kontrol altında
tutulması zor olmuyordu; kapısı kilitli bir oda ve belli sayıda susturma büyüsü
genelde yeterliydi. Ama o büyüdükçe kurt hali de güçlendi, on yaşına geldiğinde
kapıları söküp camları indirebiliyordu. Onu kilit altında tutmak her seferinde
daha etkili büyüler gerektiriyordu, hem Hope hem de Lyall korku ve endişeden
bir deri bir kemik kalmıştı. Oğullarını ölesiye seviyorlardı ama yaşadıkları
toplum – zaten dört bir yanlarında katlanarak artan Karanlık faaliyetler varken
– kontrol dışı bir kurtadama hoşgörü
göstermezdi. Oğulları hakkında öncesinde besledikleri umutlar tükenmişti. Lyall
okula adımını bile atma fırsatı bulamayacağından emin olduğu Remus’a, evde
eğitim veriyordu.
Remus’un on birinci doğum günü gelmek üzereyken değerli bir
şahsiyet olan Hogwarts okul müdürü Albus Dumbledore, davetsizce Lupinler’in eşiğinde
belirdi. Korku ve telaşa kapılan Lyall ile Hope, girmesini engellemeye çalıştı
lakin her nasıl olduysa, beş dakika sonra Dumbledore, evin göbeğinde oturmuş
Remus’la Gobstone oynarken crumpetlarını yiyordu.
Dumbledore Lupinler’e, oğullarının başına gelenlerden
haberdar olduğunu açıkladı. Dumbledor’un Karanlık yaratıklar arasındaki
casusları, Greyback’i yaptıklarıyla böbürlenirken duymuştu. Ne var ki
Dumbledore, Lupinler’e Remus’un okula gelmemesini gerektirecek bir sebep
görmediğini söyledi ve oğlanın dönüşümleri gizli ve güvenli bir yerde
atlatabilmesi için yaptığı düzenlemeleri anlattı. Çoğunluğun kurt adamlara
yönelik taşıdığı önyargılar nedeniyle, Remus’un iyiliği için durumunu herkese açıklamamak
konusunda aileyle hemfikirdi. Dönüşümünü endişelenmeden geçirebileceği, sayısız
büyüyle korunan, girebilmenin tek yolunun Hogwarts’tan başlayan gizli bir
tünelin olduğu, Hogsmeade köyündeki sağlam ve rahat eve gitmek için okul
arazisini ayda bir terk edecekti.
Remus daha önce yaşamadığı bir heyecana kapılmıştı. Diğer
çocuklarla tanışıp, ilk kez dostlar ve oyun arkadaşları edinecek olmak hayatı
boyunca düşlediği şeydi.
Okul Hayatı
Gryffindor binasına seçilen Remus Lupin, hemencecik neşeli,
kendinden emin ve asi ruhlu iki oğlanla arkadaş oldu, James Potter ve Sirius
Black. Remus’un dingin espri anlayışından ve kendilerinde her zaman olmayan, takdir
edilesi nezaketinden etkilendiler. Daima ezilenlerin yanında olan Ramus, kısa
boylu ve onlara göre yavaş kalan Peter Pettigrew’a karşı iyi davranıyordu. Remus
onları ikna etmese James ve Sirius, bu Gryffindor’lu bina arkadaşlarının vakit
ayırmaya değeceğini muhtemelen düşünmezlerdi. Çok geçmeden ayrılmaz bir dörtlü
oldular.
Remus grubun vicdani yanıydı fakat kimi zamanlar hatalı
işlerdi. Severus Snape’e yaptıkları merhametsiz zorbalıkları onaylamıyordu
ancak James ve Sirius’u o kadar çok seviyordu ve onu aralarına almalarından o
denli minnettardı ki, arkadaşlarını gerektiği kadar karşısına almadığının
farkındaydı.
En iyi üç arkadaşının kısa süre içinde, Remus’un neden ayda
bir yok olduğu konusunda meraklanması kaçınılmazdı. Bir başına geçirdiği
çocukluk sonucunda, kurt adam olduğunu öğrenirlerse arkadaşlarının ondan
uzaklaşacaklarına inanan Remus, ortadan kayboluşlarını açıklarken daha da
karmaşık yalanlar uydurdu. İkinci sınıfta James ve Sirius gerçeği tahmin
edebilmişti. Remus’a minnet dolu bir şaşkınlık yaşatarak, onunla arkadaşlıklarını
bozmamakla kalmayıp; aylık tecritlerini kolaylaştıracak dâhiyane bir yol
planladılar. Ayrıca ona, okulda peşini bırakmayan bir lakap taktılar: ‘Aylak’.
Remus okuldan bir Sınıf Başkanı olarak mezun oldu.
Zümrüdüanka
Yoldaşlığı
Dört kafadar okulu bitirdiğinde, Lord Voldemort egemenliğini
neredeyse tamamen sağlamıştı. Ona karşı asıl direniş Zümrüdüanka Yoldaşlığı
adındaki gizli örgütte yoğunlaşmıştı, dört genç adamın her biri Yoldaşlık üyesi
oldu.
James Potter’ın karısıyla birlikte Voldemort tarafından
öldürülmesi, zaten sorunlarla dolu hayatında onu en derinden sarsan olaylardan
biriydi. Onun arkadaşlarına verdiği değeri, başka hiç kimse veremezdi çünkü
çoğunluğun ona el bile sürülmeyecek bir şeymişçesine davranacağı gerçeğini ve
evlenip çocuk sahibi olmanın imkânsızlığını uzun zaman önce kabullenmişti. Yetmezmiş
gibi yirmi dört saat geçmeden, diğer iki en iyi dostunu da kaybetti. Bir Zümrüdüanka
Yoldaşlığı görevi sebebiyle ülkenin kuzeyindeyken, içlerinden birinin bir
diğerini öldürdüğünün kan donduran haberini aldı; dostu Yoldaşlığa ve bizzat
Lily ile James’e ihanet etmişti, şimdi Azkaban’daydı.
Voldemort’un çöküşü gibi büyücülük topluluğunun kalanını
sevince boğan bir olay, Remus için uzun süre devam edecek yalnızlığın ve hüznün
başladığı tarih oldu. Üç yakın dostunu kaybetmişti, Yoldaşlık dağılmıştı,
oradan tanıdıkları işlerine ve ailelerine geri dönmüştü. Annesi artık hayatta
değildi ve babası Lyall, oğlunu görmekten her zaman büyük mutluluk duyacak olsa
da Remus, babasının huzurlu ömrünü tekrar onunla birlikte yaşayarak riske
atmaktan kaçındı.
Remus o sıralar, anca hayatta kalmasına yetecek kadar şey
temin edebiliyor, becerilerinin çok çok altındaki işlere giriyordu. Her ay
düzenli şekilde dolunay zamanları hastalandığı çalışma arkadaşlarının dikkatini
çekmeden evvel işini bırakması gerektiği, daima aklındaydı.
Kurtboğan İksiri
Büyücülük topluluğundaki bir gelişme, Remus’u umutlandırdı:
Kurtboğan İksiri’nin icadı. Kurt adamların ayda bir insan formlarını
kaybetmesinin önüne geçemese de, dönüştüğünde normal ve sakin bir kurt olmaktan
ileri gitmemesini sağlıyordu. Kontrolün onda olmadığı zamanlarda birilerini
öldürmek, her zaman Remus’un en büyük endişesi olmuştu. Fakat Kurtboğan İksiri
karmaşıktı ve malzemeleri çok pahallıydı. Remus’un bu iksiri gerçek kimliğini duyurmadan
edinmesinin mümkünatı yoktu, o da sürekli yer değiştirdiği, yapayalnız hayatını
sürdürdü.
Hogwarts’a Dönüşü
Bu sefer Yorkshire’daki yıkık dökük, neredeyse terk edilmiş
bir kulübeye kadar izini süren Albus Dumbledore, hayatının akışını ikinci kez değiştirdi.
Okul müdürünü görünce sevinen Remus, Dumbledore ona iş olarak Karanlık
Sanatlara Karşı Savunma öğretmenliğini teklif ettiğinde, hayrete düştü.
Dumbledore, iksir ustası Severus Snape’in incelikle sınırsız Kurtboğan İksiri
sağlayacağını açıklayana dek teklifi kabul etmedi.
Remus Hogwarts’ta kanıtladı ki, verdiği dersteki benzerine ender
rastlanır yeteneği ve öğrencilerine gösterdiği derin anlayışla; öğretmenlikte
kabiliyetliydi. Her zaman olduğu gibi ezilenlere karşı özel bir sempatisi
vardı, hem Neville Longbottom hem de Harry Potter onun bilgeliğinden ve
nezaketinden faydalandı.
Yine de Remus’un ezeli zayıflığı iş başındaydı. Eski
dostlarından biri, ünlü bir kaçak hakkında ciddi şüpheleri vardı, ama bunlardan
Hogwarts’taki hiç kimseye bahsetmedi. Bir yere ait olma ve sevilmeye çaresizce
duyduğu arzu, gerektiği kadar cesur ya da dürüst davranamaması anlamına geliyordu.
Yaşanan bazı talihsiz olaylar silsilesi Remus’un okul
sınırları içinde tam bir dönüşüm geçirmesiyle sonuçlandı. Taşıdığı kin,
Remus’un sonrasında gösterdiği saygılı nezakete rağmen hafiflemeyen Severus
Snape, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmeninin asıl kimliğinin herkes
tarafından bilinmesini sağladı. Remus istifasını vermek ve Hogwarts’tan bir kez
daha ayrılmak zorunda hissetti.
Evliliği
Lord Voldemort'un güçlenip bir kez daha yükselişiyle eski
direnişçiler yeniden bir araya gelince, Remus kendisini bir kez daha
Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nda buldu.
Bu sefer Yoldaşlık ilk kurulduğunda yaşı yetmeyen bir
Seherbaz da aralarındaydı. İçlerindeki en çetin ve görmüş geçirmiş Seherbaz
olan Alastor ‘Deli-Göz’ Moody’nin himayesi altındaki zeki, cesur ve eğlenceli,
pembe saçlara sahip Nymphadora Tonks.
Çoğunlukla hüzünlü ve yalnız olan Remus, genç cadıyı
başlarda eğlenceli buldu, zaman geçtikçe ondan etkilendi, sonrasında ise
sırılsıklam aşık oldu. Bu duyguyu daha önce hiç yaşamamıştı. Ortada savaş
olmasa, Remus basitçe oradan ayrılıp, yeni bir yerde, yeni bir işe başlardı; böylece
Tonks’un Seherbaz bürosundan genç ve yakışıklı bir büyücüye aşık oluşunu
görmenin ızdırabına tahammül etmesi gerekmezdi, olacağını sandığı şey buydu. Ama
savaş zamanıydı; Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nda her ikisine de ihtiyaç vardı ve
yarının ne getireceği belli değildi. Remus hiçbir adım atmamakta haklı olduğunu
düşünüyordu, duygularını kendine saklasa da ne zaman Tonks’la birlikte gece
görevine verilse içten içe seviniyordu.
Remus iğrenç ve değersiz olduğunu düşünmeye o kadar
alışmıştı ki, Tonk’un da onu sevebileceği aklının ucundan bile geçmedi. Bir
yıldır gitgide güçlenen samimi arkadaşlıkları sürerken, Ölüm Yiyen olduğu
bilinen birisinin evinin dışında gizlendikleri bir gece Tonks, onlar gibi bir
Yoldaşlık üyesi hakkında öylesine bir laf etti (‘Azkaban’dan sonra bile hala
yakışıklı değil mi?’). Tonks’un kadim dostuna aşık olduğunu zannedince Remus,
kendine engel olamadan sert bir yanıt verdi (‘Kadınları hep kapar.’). Tonks bunun
üzerine hemen sinirlendi. ‘Kendine acımakla bu kadar meşgul olmasaydın,
kimi sevdiğimi daha iyi anlardın.’
Remus’un ilk hissettiği şey hayatı boyunca tatmadığı bir
mutluluktu ama bu his altında ezildiği yükü hatırlamasıyla aniden sönüverdi. Evlenip,
utanç ve acıyla dolu bu durumu başkasına yaşatmak gibi bir riski asla
alamayacağını her zaman biliyordu. Bu nedenle Tonks’u biraz olsun inandıramasa
da, ne dediğini anlamamış gibi yaptı. Daha mantıklı olan Tonks, Remus’un onu
sevdiğinden ama yersiz gururundan ötürü bunu itiraf edemediğinden emindi. Sonrasında
Remus, bir daha Tonks’la göreve çıkmaktan kaçındı, artık onunla neredeyse hiç konuşmuyor
ve Yoldaşlığın en tehlikeli vazifelerine gönüllü oluyordu. Sevdiği adamın
onunla bir daha isteyerek vakit geçirmeyeceğine hatta duygularını itiraf
etmektense ölmeyi yeğleyeceğine ikna olan Tonks, derin bir keder içindeydi.
Voldemort’un dönüşünü herkese duyuran, Lord Voldemort ve
Ölüm Yiyenler’e karşı verilen Esrar Dairesi’ndeki savaşta Remus ve Tonks da vardı.
Savaşta okul arkadaşlarından sonuncusunu da kaybetmek, Remus’un zaten giderek
artan kendine zarar verme eğilimli haline hiç de iyi gelmedi. Bir Yoldaşlık
casusu olarak kurt adamların arasına karışıp, taraf değiştirmelerini sağlamaya
çalışmak için gönüllü olduğunda, Tonks’un elinden çaresizce izlemekten başka
bir şey gelmedi. Bunu yaparak kendisini, hayatını geri alınamaz şekilde
değiştiren kurt adam Fenrir Greyback’ten gelebilecek bir misillemeye açık konuma
getiriyordu.
Bir yıl geçmeden Yoldaşlık ve Ölüm Yiyenler’in Hogwarts’taki
çarpışmasında, Remus hem Greyback’le hem de Tonks’la karşı karşıya
geldi. Remus çatışmada sevdiği bir diğer insanı daha kaybetti: Albus
Dumbledore. Dumbledore, bütün Zümrüdüanka Yoldaşlığı üyeleri tarafından çok
sevilirdi ama Remus için ailesi ve üç dostu dışında kimseden görmediği
nezaketin, hoşgörünün ve anlayışın sembolüydü gibiydi. Ayrıca ona normal
büyücülük topluğunda bir iş sunan yegane kişiydi.
Kayıp verilen çatışmanın sonrasında, Greyback tarafından ısırılıp
yüzü parçalanan Bill Weasley’e duyduğu sonsuz aşkı şüpheye mahal vermeyecek
şekilde açıklayan Fleur Delacour’dan etkilenen Tonks, Remus’a olan duygularını cesaretle
herkesin içinde söyledi; o da beslediği derin aşkı itiraf etmek durumunda
kaldı. Remus bencilce davrandığına ilişkin duyduğu sonu gelmeyen endişelerine
rağmen; İskoçya’nın kuzeyinde, civar bir büyücü tavernasından çağrılan
şahitlerin huzurunda Tonks’la sessizce evlendi. Ona vurulan damganın eşinin
hayatına zarar vermesinden hala endişelendiği için, evliliklerini herkese
duyurmak istemedi. Düşlerindeki kadınla evlenmenin mutluluğu ve başlarına neler
açmış olabileceğinin korkusu arasında dolanıp durdu.
Baba Oluşu
Evliliklerinden haftalar sonra Remus, Tonks’un hamile
olduğunu fark edince bütün korkuları gün yüzüne çıktı. Yaşadığı durumu masum
bir çocuğa aktarmış olduğuna ve Tonks’u annesiyle aynı kaderi yaşamaya mahkum
ettiğine kendisini inandırdı; o da sürekli taşınacak, hiçbir yere
yerleşemeyecek, her gün daha da saldırganlaşan çocuğunu gözlerden uzak tutmaya
çalışacaktı. Derin vicdan azabıyla kendisini suçlayan Remus, Tonks’u karnında
bebeğiyle bırakıp evi terk etti. Harry’yi bulup, sıradaki ölüme meydan okuyan
serüveninde ona refakat etmeyi önerdi.
Remus’u şaşırtıp gücendiren bir şekilde, on yedi yaşındaki
Harry teklifi reddetti hatta öfkelenip onur kırıcı laflar sarf etti. Eski
öğretmenine bencil ve sorumsuzca hareket ettiğini söyledi. Remus karakterine
ters şekilde saldırgan bir karşılık verdi ve orayı öfkeyle terk edip Çatlak
Kazan’ın bir köşesine içmek ve duman solumak üzere sığındı.
Yine de birkaç saat iyice düşününce, eski öğrencisinden
değerli bir ders aldığını kabul etmesi gerekti. James ve Lily ölürken bile
Harry’den ayrılmadılar diye düşündü. Kendi öz anababası Lyall ve Hope aileyi
bir arada tutma pahasına huzurlarından ve can güvenliklerinden vazgeçmişlerdi.
Yerin dibine giren Remus handan çıkıp karısına geri döndü, bağışlanmak için
yalvardı, ne olursa olsun onu bir daha asla terk etmeyeceğine dair söz verdi. Tonks’un
gebeliğinin geri kalanında Remus, Zümrüdüanka Yoldaşlığı görevleri üstlenmemeye
çalışıp, eşinin ve anne karnındaki çocuğunun güvenliğini birinci önceliği
haline getirdi.
Lupinlerin oğlu Edward Remus (‘Teddy’) ismini, Remus’un
yakın geçmişte hayata gözlerini yuman kayınpederinden almıştı. Doğduğunda sevindirici şekilde hiçbir likantropi belirtisi göstermemesi hem annesinin hem de
babasının içine su serpti, yine de annesinin istediğinde fiziksel görünümünü
değiştirebilme yeteneğini miras almıştı. Teddy’nin doğumunun gecesinde Remus, olaylı
karşılaşmalarından bu yana Harry’yle ilk kez görüşmek üzere, Tonks ve oğlunu kayınvalidesine
emanet edip kısa bir süreliğine yanlarından ayrıldı. Harry’den Teddy’nin vaftiz
babası olmasını istedi. Onu evine, yegane saadeti bulduğu ailesine döndüren
kişiye karşı bağışlanmak ve minnet dışında hiçbir duygu gütmüyordu.
Ölümü
Voldemort’a karşı verilen son mücadelede Tonks ve Remus bir
kez daha Hogwarts’a geldi, minik oğullarını anneannesine emanet etmişlerdi.
Savaşın kazanan tarafı Voldemort olursa, ailece ortadan
kaldırılacaklarının farkındaydılar, her ikisi de Zümrüdüanka Yoldaşlığının
bilinen üyeleriydi; Tonks zaten Ölüm Yiyen teyzesi Bellatrix Lestrange
tarafından hedef bellenmişti ve oğulları saf-kanlıktan fazlasıyla uzaktı; çok
sayıdaki Muggle akrabanın yanı sıra bir miktar da kurt adamlığa sahipti.
Ölüm Yiyenlere karşı sayısız çatışmadan sağ çıktıktan ve bir
sürü zorlu duruma rağmen cesur ve ustaca savaştıktan sonra Remus Lupin’in
sonu; Voldemort’un en kıdemli, davasına en bağlı ve en sadist ruhlu Ölüm
Yiyenlerinden birinin, Antonin Dolohov’un ellerinden geldi. Mücadeleye atıldığı
sıralarda Remus, artık üstün performans sergileyebilecek durumda değildi. Aylardır
olayların göbeğinde yer almaması, saklanma ve korunma amaçlı olanlar dışında pek büyü kullanmaması düello becerilerini köreltmişti. Karşısına Dolohov gibi, öldürüp
yaralayarak geçirdiği ayların neticesinde savaşa yontulmuş usta bir rakip karşısında
refleksleri zayıf kaldı.
Ölümünden sonra Remus Lupin’e Birinci Sınıf Merlin Nişanı
verildi, bu şerefe nail olmuş ilk kurtadamdı. Hayatı ve ölümü kurt adamların
adındaki lekeyi ciddi ölçüde temizledi. Onu tanımış olanlar, onu hiç unutmadı:
cesur, nazik, en zor zamanlarda bile elinden gelenin en iyisini yapabilmiş,
sayısını bilemeyeceği kadar çok kişinin hayatını güzelleştirmiş bir adam.
J.K. Rowling’in Düşünceleri
Remus Lupin, Potter serisi boyunca en sevdiğim
karakterlerden biriydi. Bunları yazmak tekrar ağlamama sebep oldu çünkü onu
öldürmek yaparken hoşlandığım yaptığım bir şey değildi.
Lupin’in likantropiden (kurtadam olma durumu) muzdarip oluşu,
HIV ve AIDS gibi kötü bir ün taşıyan hastalıklara yaptığım bir benzetmeydi. Görünüşe
göre kan yoluyla bulaşan hastalıklar, muhtemelen kanın kendisinin zaten
taşıdığı tabular nedeniyle, türlü türlü boş inanışlarla çevrelenmiş. Büyücü
topluluğu da histeri ve ön yargıya Muggle’lar kadar meyilli, Lupin karakteri de
bana bu tutumu eleştirme şansı sundu.
Harry’ye bu zor ve sıra dışı beceriyi öğreten kişi olmasına rağmen
Remus’un Patronus’u kitaplarda hiç geçmedi. Patronus’u esasen bir kurt –
normal bir kurt, kurt adam değil. Kurtlar aile merkezli yaşar ve saldırgan
değillerdir, ancak Remus ona hep acısını hatırlatan Patronus’unun şeklinden
hoşlanmıyordu. Kurtlar hakkındaki her şeyden iğreniyordu, o da çoğu zaman Patronus’unu
kasten biçimsiz şekilde üretiyordu, hele ki etrafta görebilecek birisi varsa.